Care is the cornerstone of our practice

Psikodinamik / Psikanalitik Terapi Nedir?

Bu terapi ekolünün kökenleri psikanalist ve nörolog Sigmund Freud’un teorilerine dayanır. Psikodinamik/ psikanalitik terapilerin amacı kişinin düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını etkileyebilecek bilinçdışı süreçleri, erken yaşam dönemlerini, savunma mekanizmalarını, çözümlenmemiş çatışmalarını keşfetmeye odaklanır. Bu sebepledir ki uzun süreli ve derinlemesine bir yaklaşımdır. Psikanalitik terapilerde danışan terapistten daha aktiftir. Terapist danışana yönlendirme yapmaz ancak gerekli sorular ile danışanın sürecinde eşlikçi olur. Psikodinamik terapi ise psikanalizden türetilmiştir ve daha kısa süreli, odaklanmış bir tedavi olarak ele alınabilir. 

Psikoterapi nedir?

Psikoterapi, gerekli akademik yetkinliklerini tamamlamış bir uzman ve danışan arasında gerçekleşen temeli iş birliğine dayalı bir psikolojik destek sürecidir. Psikoterapinin amacı bireyin duygusal ve psikolojik zorluklarını hafifletmek, iyi oluş hallerinin artmasında destek ve kişinin deneyimlediği zorlukları anlamlandırmalarına yardımcı olmaktır. 

Psikoterapideki ana etmenlerden biri ve belki de en önemlisi terapist ve danışan arasındaki terapötik ittifaktır. Sağlıklı kurulan bir terapötik ilişkinin iyileştirici rolü vardır ve bu da terapinin dinamiğini oluşturur, danışanın terapist ile iş birliği içerisinde bulunmasına yardımcı olur. Bu sayede danışan sorunlarıyla ilgili içgörü kazanabilir, duygularını keşfedip anlamlandırabilir ve de başa çıkma stratejileri geliştirebilirler. 

Psikoterapi sürecindeki bir diğer önemli etmen etik kurallardır. Terapist danışanın gizliliğini korumakla yükümlüdür. Ancak bireyin kendisine veya bir başkasına zarar vermesi gibi yasal durumlarda etik kuralların dışına çıkılabilmektedir. Bu istisnai durumlar psikoterapi sürecinin başında, ilk seansta danışana verilen onam formu ile bilgilendirilmektedir. 

Psikoterapi sürecinin sıklığı kişiden kişiye göre değişebilmektedir. Herhangi bir belirlenmiş seans sayısı yoktur. Buna ek olarak psikoterapi bireysel terapi, grup terapisi, çift ve aile terapisi gibi çeşitli şekillerde olabilir. Terapi türünün seçimi danışanın tercihine ve terapistin uzmanlaştığı alana göre şekillenebilmektedir. 

Sınav Kaygısı

Sınav kaygısı öğrencileri duygusal olarak zorlayan akademik başarıyı düşüren, aile içi iletişimi ve etkileşimi olumsuz yönde etkileyen önemli bir sorun haline gelebilmektedir.

Sınav kaygısı yaşayan öğrencilere düşünce, duygu ve fiziksel boyutta bakıldığında bir takım sıkıntılar yaşadığı görülmektedir. Genellikle öğrencide “Sınavda başarısız olacağım”, “Ne kadar çalışsam da anlamıyorum, aptal gibiyim”, “Konular çok fazla zaten yetiştiremem” gibi olumsuz otomatik düşünceler gelişir. Bununla birlikte öğrencide gerginlik, çok fazla endişe, sinirlilik gibi duygusal belirtiler ve karın ağrısı, mide bulantısı, ağız kuruluğu, uyku ve iştahta düzensizlik gibi fiziksel belirtiler görülebilir. Öğrenci farkında olmadan davranışları üzerindeki kontrolünü yitirir.

        Bu süreçte ebeveyn tutumu oldukça önemlidir. Genellikle aileler kaygılarını çocuklarına yansıtmakta, yüksek beklentiler içerisine girmekte ve başkalarıyla mukayese ederek çocuğunun düşük not aldığını düşünmektedir. Öncelikle aile çocuklarının ilgi, yetenek ve yeterliliklerinin farkında olmalıdır. Bu süreçte aile çocuğuna karşı destekleyici ve güven verici tutum içerisinde olmalıdır, sevgisinin herhangi bir bedeli olmadığını ve her koşulda sevgisinin devam edeceğini çocuğuna hissettirmelidir. Anne-Baba ve çocuk eksiklikleri birlikte tespit ederek  tamamlamaya çalışmalı, duygu ve düşünce paylaşımında bulunmalı ve çocuğunu başkalarıyla karşılaştırmaktan kaçınmalıdır. Gerçekçi beklentiler, uygun aile ortamı sağlama, sınavı çok yüceltip ölüm-kalım meselesi haline getirmeme anne-babalar için yol haritası olmalıdır.

 

        Sınav kaygısı yaşayan öğrencilerin bu durumla başa çıkabilmesi için;

  • Olumsuz otomatik düşünceler yerine alternatif düşünceler yerleştirilmelidir. Örneğin, “Sınavda başarısız olmam dünyanın sonu değil”, “Zamanım kısa ama bu zamanı verimli şekilde kullanabilirim”
  • Gerçekçi hedefler belirlenmeli
  • Öğrenme odaklı çalışmalı
  • Bu süreçte bir takım nefes ve gevşeme egzersizleri önerilebilir.
  • Beslenme ve uyku düzenine dikkat edilmeli
  • Zamanı iyi kullanma ile ilgili planlama yapılmalı
  • Sınav sonrasında rahatlatıcı etkinlikler yapılabilir.

 

  Bunlar sınav kaygısı ile baş edebilmeniz için yardımcı olacağını düşündüğümüz tavsiyelerimizdir. Elbette ki her bireyin ihtiyaçları farklı olacaktır. 

“Pro captu lectoris habent sua fata libelli” yani “Bir kitabın kaderi okuyucusunun kapasitesine bağlıdır.”

Çocukların kaderi de belli bir oranda ebeveynlere aittir.

 Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Korona ve Travma

Dünyada genelinde yaşanan koronavirüs salgını nedeniyle çok zor günlerden geçiyoruz. Yaşadığımız bu süreç birçok şeyi yeniden gözden geçirmemize ve düşünmemize sebep oldu. Bireylerin yaşamlarını, varlıklarını tehdit eden, herkes için sıkıntı verici bir niteliği olan bu küresel salgının sonuçlarından biri de insanların yaşadığı travmadır.

Yaşadığımız bu travmatik dönemde belirsizliklerin olması, hastalığın kendisine veya ailesine bulaşacağı korkusu, kendini güvende hissetmemesi gibi yaşanan yoğun duygular kaygı kaynağı olacaktır. COVID-19 hastalığının tedavisinin tam olarak bilinmemesi ve bu süreçte sevdiklerinden ayrı olma, özgürlüğünü kaybetme, çaresizlik duygusu, öfke sorunları gibi davranış ve iletişim sorunlarının yaşanmasına neden olabilir. Toplumda salgın nedeni ile sadece günlük yaşam biçiminin değişmesi bile bireylerde travma tepkilerine yol açabilir. Bu gibi durumlarda akut stres bozukluğu ya da travma sonrası stres bozuklukları görülebilir. Ancak travma yaşayan her birey olayları  ya da durumları aynı şekilde algılamaz ve aynı şekilde tepki de vermez. Bu süreç bitiminde bazılarımız kendiliğinden normale dönerken, bazılarımız ise travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ile mücadele edeceğiz. 

Travma Nedir?

Travma; bireyin yaşamsal tehlike, yaralanma, cinsel saldırı gibi olaylara fiilen maruz kalması ya da bunların kıyısından dönmesi, bu tür olaylara tanıklık etmesi veya bir yakınının başına böyle bir olayın gelmesi olarak kabul edilir(DSM-5; APA, 2013). Amerikan Psikiyatri Birliği ise travmatik stresi, “ölüm veya ölüm tehdidi ciddi yaralanma ya da olgunun kendisi ya da çevresindekilerin fiziksel bütünlüğünü tehdit edecek bir durum karşısında hissedilen yoğun korku ve çaresizlik durumudur” şeklinde tanımlar.

Hayat, travmatik stres yaratabilecek birçok yaşantı ile doludur. Bireylerin  travmatik olay ile ilgili tepkileri çeşitlilik gösterebilir. Tabi ki bu duruma etki eden  pek çok etken  de bulunmaktadır. Bu etkenler arasında  bireyin içinde bulunduğu sınıfsal yapı, sosyo-ekonomik durumu, kültürel özellikleri, bireysel özellikleri, ruhsal tepkilerini etkilemektedir. TSSB yaşayan kişiler travmatik olayla ilgili anıları rahatsız edici biçimde zihinde sürekli tekrar eder. (flashback) Kişi bu olayın tekrar yaşanacağı ihtimalini  düşünerek kaygı yaşar ve günlük yaşamında işlevselliği kısıtlayacak uygulamalara gider.

TSSB’da anormal ve aşırı miktarda düşünme (ruminasyon) durumunda düşüncenin bastırılmaya çalışılması, kaçınma gibi adaptif olmayan (uyum bozucu) yöntemleri sıklıkla kullanmakta ve üst bilişsel (bilişleri kontrol eden, düzenleyen ve değerlendiren üst düzey bilişsel yapı) boyutta bunların işlevsiz olduğu kişi tarafından fark edilmemektedir. Yani kişi burada işlevsel olmayan başa çıkma yöntemlerini alışkanlık haline getirir ancak bu durum asıl problemin kaynağına bir çözüm getirmez.

TSSB tedavisinde belirtilerin sıklığına ve şiddetine bağlı olarak ilaç tedavisinin yanında psikoterapi yöntemleri oldukça etkili olmaktadır. Bazen ilaçsız sadece psikoterapi yöntemleriyle bireyde iyileşme sağlanmaktadır. Bilişsel  Davranışçı Terapinin ve EMDR(Göz Hareketleriyle Yeniden İşleme )Yönteminin TSSB ve buna eşlik eden birçok  psikolojik rahatsızlık üzerinde oldukça etkili olduğunu göstermektedir.

Ruhsal etkilenmeyi azaltmak için ne yapabiliriz? 

Yaşadığımız duygu ve düşünceler göz ardı edilmemelidir. Sevdiklerinden haber alma, iletişim olanaklarının sağlanması, bilgi kirliliğinin önlenmesi, karantina sürecinin  kendisinin bir travmatik etkene dönüşmesi engellenmelidir.

Son olarak Covid-19 ile ailece mücadele etmiş bir birey olarak eklemek istediklerim var, “Bu dönem, insanların birbirine ihtiyaç duyduğu, yoğun ve karmaşık duyguların yaşandığı, “neden?”, “niçin?” sorularının sorulduğu, yine sevdiklerinin yanında olduğunu bilmek arzusu, sesini duymanın mutluluk kaynağı olduğu bir dönem…”

Duygularınızı ifade etmekten çekinmeyiniz, deneyimlerinizi ve düşüncelerinizi paylaşınız. Sizlere en iyi gelecek olan şey bu süreçte deneyimlerinizden konuşmak ve  bunları paylaşmak olacaktır.Travma sonrası stres bozukluğu belirtileri durumuyla baş edemediğimiz bir durumda da mutlaka  uzmanlardan  yardım almalısınız. 

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Hüzünlü Bulutlar, Mutlu Yağmurlar

Kişisel gelişim alanında “kendini iyi hissetmek, mutlu olmak, olaylar karşısında sakin
kalabilmek vb. durumlar üzerinde kontrol sağlayabilmek için geliştirilen bir takım teknik ve
yöntemler günümüzde oldukça popüler hale geldi. Ruh sağlığı alanında eğitim alarak
danışanlara terapi uygulayan klinisyenlerin yanı sıra yine bu alanda hizmet sunan kişisel
gelişim uzmanları, yaşam koçları, enerji uzmanları ve sosyal medya fenomenleri var. Gelişen
ve değişen teknolojik olanaklar sayesinde birçok kişi hemen hemen her gün sosyal medyayı
takip ederek konu uzmanlarından ya da fenomenlerden gündelik yaşam için pratik bilgiler
edinmeye ya da popüler uygulamalara ayak uydurmaya çalışıyor. Bu uygulamalar her ne
kadar belirli algoritmalar tarafından yönlendirilmiş olsa da insanların  istedikleri bilgiye hızlı
ve rahat bir şekilde ulaşabilme özgürlüğünü sağlaması açısından değerlidir. Ancak bu
durumun belli avantajlarının  yanında, bazı dezavantajlarının da olduğunu söylemeden
geçemeyeceğim. Mesleğimin ilk yıllarında bu yana ebeveyn tutumları ile ilgili bir takım hatalı
inanışlar ve davranışlarla karşılaşıyorum. Sosyal medyanın yaygınlaşması sonucunda  yeni bir
anne – baba akımı ile karşı karşıya kalmış  bulunmaktayız. Sosyal medya üzerinden uzman
olmayan bir takım kişilerin yarattığı bilgi kirliliği ile birlikte, çocuğun bireysel özellikleri
dikkate alınmadan sergilenen anne baba tutumları bazı durumlarda aileyi kısır  döngü
içerisine  yerleştirir. Bu tür bilgi kirliliği ile gelen ailelerin birçoğunda değişime karşı direnç
vardır. Çünkü onlar  “çocukları için en iyisini düşünen anne babalardır ve onlar için
hatalı bir şey yaptığını düşünmek o kadar korkutucudur ki bununla yüzleşmek
istemezler.” Bu durum benim için olduğu kadar birçok meslektaşım için de tatsız bir
konudur.
Sosyal medyada; Evlilik nasıl olmalı?  İyi bir eş nasıl olunur?  Nasıl makyaj yapılır? İyi
yemek nasıl olmalı?  Sofra nasıl kurulur?  vb.  o kadar çok örnek var ki… Bu  ve bunun gibi
binlerce soruyu sosyal medya aracılığı ile dile getirmeye çalışan ve bu arada popüler olan
çeşitli tekniklerin  kullanıldığı akımlar oluşmuştur.
Bu  akımlardan bazılarının dakikalar içinde popüler olup birkaç gün içinde yerini bir başka
akıma  bırakabildiğine tanıklık  edebiliyoruz ve birçoğumuz bu kadar hızlı değişen sanal bir
dünya ile gerçek dünya arasında ilişki kurmaya çalışırken zorlanıyoruz. Bu dengeyi
kuramadığımız da ise sanal dünyada kusursuzluğu sergilemeye çalışırken gerçek hayatla
bağımızı zayıflatıyoruz.
Aslında bu konuda sorun olan hızlı gelişen teknolojiden ziyade bu duruma ne şekilde uyum
sağladığımızdır. İstesek de istemesek de hızla gelişen bir teknoloji çağındayız ve ileride
hayatımızın bir çok alanında bu teknolojiye bağlı olarak gelişmeler yaşanacağı da aşikârdır.
İçinde bulunduğumuz teknoloji çağında  insanlar için en önemli kazanım, gelişen ve değişen
yeni durumlar karşısında uyum sağlayabilme becerisidir. Halen geçirmekte olduğumuz
pandemi sürecini düşündüğümüzde çocukların eğitiminde  de uyum sağlama becerisinin
kazandırılması  üzerinde çalışılması gereklidir. Uyum Sağlama süreci bir anlamda evrim
kavramı ile eşdeğerdir. Bu süreç hızla gelişen ve değişen yeni durumlara uyum sağlamadır.
Fiziksel özelliklerimizin ve duygularımızın evrimsel bir tarihi vardır; evrim, içerisinde bir
mantık barındırır. Bütün duyguların bir anlamı vardır ve biz bu duyguları bilinç sayesinde
hissederiz. Hiç hüzünlenmediyseniz, mutluluğun anlamı yoktur size göre. Yani bulutların
hüznü olmasa, yağmur neden mutlu yağsın! Korku yoksa hayatınız her an risk altında
demektir. Belli bir düzeyde stres ya da kaygı yoksa başarı için bir şey eksiktir. Problem

yaşadığımız dönemler duygularımız üzerinde kontrolümüzün zayıfladığı ya da bazı
duyguların kronikleştiği dönemlerdir. Aslında her iki durumda da dengenin bozulduğunu
söyleyebiliriz. İnsanların çoğu hayatlarının bir döneminde bu kontrolün zayıfladığını
hissedebilir ve bu süreç destek alınarak daha kolay atlatılabilir.
Sosyal medyadaki popüler akımlardan  edindiğiniz bilgileri günlük yaşamınıza uyarlarken
bireysel farklılıklarımızı göz ardı etmeyelim. Her ne kadar ortak duygu, düşünce ve
değerlerimiz olsa da her bireyin kendine has özellikleri barındırdığı bir iç dünyası vardır.
Kendinizi  ne kadar iyi tanırsanız kendiniz için o kadar iyi çözüm üretirsiniz ve doğru
çözümler duygularınız üzerindeki denetimi arttırarak uyum sağlamanızı kolaylaştırır.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Disleksi Nedir?

“Disleksili olmanın ne demek olduğunu asla anlayamayacaksınız. Bu alanda ne kadar uzun süredir çalışıyor olursanız olun, isterseniz çocuklarınız da disleksili olsun, tüm çocukluğunuz boyunca aşağılanmanın ve hemen hemen her gün size hiçbir şeyde başarılı olamayacağınızın öğretilmesinin nasıl bir duygu olduğunu asla anlayamayacaksınız.”

Jackie Stewart

“Uçan İskoçyalı” lakaplı Formula 1 pilotu

Disleksinin yıllardır süregelen araştırmalara rağmen her disiplin tarafından kabul edilen kesin ve tartışmasız bir tanımı yoktur. Psikolog Andrew Ellis disleksinin kesinlikle bir okuma bozukluğu olmadığını söylemiştir. Beynin okumak için evrilmediğini gösteren araştırmalar düşünüldüğünde disleksiyi sadece “okuma bozukluğu” olarak tanımlamak oldukça eksik kalır kanımca da.

Nörobiyolojik araştırmalar dislektik çocuklarda okuma için gerekli bilişsel, algısal ya da motor süreçlerin beyinde farklı gerçekleştiğini gösterir.

Disleksili çocuklar; göz ve kulak gibi motor işlev gerektiren bir görevin bileşenlerini eksiksiz, seri ve hızlı bir şekilde birleştirmeleri gerektiğinde oldukça zorlanırlar. Disleksili bireylerin birçoğunun beyninde hızla sunulmuş iki görsel tek bir uyarılma gibi gözükür çünkü kişi bu görsel bilgiyi yeterince çabuk işleyemez. Aynı spektrum içinde yer alan bireyler farklı özelliklere sahip olabilirler. Bazı çocukları dikkat, bellek gibi yürütücü süreçlerden okuma problemi yaşar. Bazı çocuklarda dikkat ve okuma ile birlikte giden problemler ya da zamanlama ile alakalı sorunlar vardır. Akademik anlamda yaşanan güçlükler ortak olsa da bunların çeşit ya da düzeyi her bireyde farklı olabilir. Akademik olarak güçlük yaşayan her çocuk disleksi tanısı almaz. Zekâ geriliği, göz ya da kulak ile ilgili rahatsızlıklar, nörolojik bozukluklar, öğrenme için uygun bir çevrenin olmaması ya da dilsel faktörler mutlaka değerlendirilmelidir.

Disleksi bireyler normal veya normalüstü zekâya sahiptir ve genellikle çocukların okula başlamasıyla birlikte daha belirgin hale gelir.

Dislektik Bireylerde Gözlemlenebilir Davranışsal Özellikler

  • Ses Birim Farkındalığı – Fonolojik eksiklikleri olan çocuklar harf ve ses ilişkisini kelime, hece, kafiye düzeyinde anlama, kullanma ve yorumlamada zorluk yaşarlar. Ses birim farkındalığı ölçekleri bu çocukları anaokulunda ya da birinci sınıfta tespit etmeyi sağlar. Ses farkındalığı becerileri sözcüklerin aynı ya da farklı olup olmadığının ayırt edilmesi, heceleri birleştirme ya da ayırma, kafiyeyi tanıma, sözcükten ses çıkarma, ses ekleme, ilk sesi, son sesi tanıma gibi özellikleri kapsar.
  • Adlandırma Hızı ( Otomatizasyon) – Beyin uzmanlaştığı bölgede otomatik bir hız yakalar. Akıcılık sorunları yaşayan çocuklar çoğu zaman küçük yaştan itibaren adlandırma hızı eksikleri sergiler. Mesela renkleri ya da basit görselleri isimlendirmede yavaştırlar. Bu çocuklar erken dönemde sürekli göz ardı edilir çünkü isimlendirmeleri yavaşta olsa yeterlidir. Otomatik hızlı isimlendirme testlerinde daha uzun süreye ihtiyaç duyan çocuklar sözcükleri okurken akıcı ve doğru okumada güçlük yaşarlar.
  • Ortografik Farkındalik – Kelimelerin ses dizimi ile ilgili farkındalıktır. Kelimelerin doğru ya da yanlış yazıldığını fark etme, doğru ve hızlı yazma
  • Morfolojik Farkındalık – Kelimelerin içindeki yapı birimlerini fark etme becerisidir. Örneğin; “çiçekler” kelimesindeki “-ler” çoğul ekinin bilinmesi. Ayrıca kelimenin anlamını, doğru yazılmasını ve doğru telaffuzunu sağlayan beceridir.
  • İşleyen Bellek – Okuma ve yazma ile ilgili görevlerde sözle bilginin işler bellekte kodlanması, saklanması ve gerektiğinde kullanılması gerekir. İşler bellek ile ilgili yapılan testlerde dislektik çocuklar sözel bilgiye dayalı görevlerde ve kısa süreli bellekte zorlanırlar.
  • Kelime Dağarcığı – Dislektik çocuklarda karşılaşılan durumlardan biri kelime dağarcığının yetersiz olmasıdır. Okuma-yazma becerilerinin edinilmesinde kelime dağarcığının fazla olması olumlu etki yaratır.

Bu veriler dikkate alındığında okul öncesi dönemde gözlenen bazı belirtiler disleksi işareti olabilir. 

  • Konuşma gelişiminin gecikmesi
  • Bebeksi ya da yaşının gerisinde konuşma 
  • Basit görsel ya da sembolleri, kavramları isimlendirmede zorluk ya da yavaşlık
  • Ses farkındalığı becerilerinde zorlanma
  • Birbirini takip eden uzun yönergeleri takip etmekte zorlanma

Ebeveynlerin/Öğretmenlerin okuma güçlüğü yaşayan çocukları erken ve yoğun bir müdahale programına yönlendirmeleri oldukça önemlidir. Bu yönlendirme, zorlanmanın ilk işaretinden itibaren olmalı ve zorlanan çocuklar için kapsamlı bir destek eğitim programı uygulanmalıdır. Geç kalınan durumlarda çocukların anne ve babalarının baskıcı tutumları, öğretmenlerinin eleştirisi, arkadaşlarının alayına maruz kalması sonucunda içine kapanma, kaygı, özgüven eksikliği, davranış problemleri ile karşılaşılabilir. Tarih boyunca başarılı dislektik bireyler her zaman olmuştur; Tom Cruise, Thomas Edison, Leonardo Da Vinci, …

Dolayısıyla dislektik çocukların var olan potansiyeli en verimli şekilde kullanması eğer bir yeteneği varsa bu yönde eğitilebilmesi için erken tanı önemlidir.

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.